Nefes almaktan utanır mı insan?
Gülmekten utanır mı? Evinde huzurla oturmaktan ya da derin uyumaktan?
Utanır olduk bugünlerde! Hemen yanımızda bombalar patlarken art arda, masumlar ölürken kopan uzuvlar dağılırken oraya buraya, çaresizliğimizden utanıyoruz, sadece izliyoruz!
Geçtiğimiz günlerde HAMAS’ın İsrail’e girmesiyle Filistin- İsrail arasında başlayan savaş, bir katliama dönüştü! 21. yüzyılda, dünyanın karşısında naklen soykırım yapılıyor ve bunu durduracak hiçbir şey yapılmıyor! Olayın vehameti, İsrail’in Gazze’deki bir hastaneyi bombalaması ile zirveye ulaştı. Hayatını kaybedenlerin sayısı binleri aştı. Bunlar içinde çocuklar, hastalar, yaşlılar var ve tek suçları bu coğrafyada doğmaktı!
Evet coğrafya kader, Orta Doğu’da doğan çocuk için de yaşamak hep keder! Sadece Filistinli çocuklar değil bu acıları yaşayan! Pakistan’da okul basan militanlarca öldürülen çocuklar, Yemen’de bindikleri okul servisi bombalanıp ölen çocuklar! Ne amaç için yapıldığı belli olmayan, leş kargalarının bir avuç petrol için kan emdikleri Halep’ten kaçan çocuklar!
Oralarda birileri, onların yaşama hakkını ellerinden alıyor, biz sadece susuyoruz!
İsimsiz bir savaşın tam ortasındayız! Bombalar yağıyor yağmur gibi, acılar çakıyor şimşek gibi, biz yok oluyoruz! İyi olanların değil, iyi oynayanların kazandığı bir oyun bu, adına ‘yaşamak’ diyoruz!
Neyin bedelini ödüyorlar bu çocuklar, kaç varil petrolün, kaç metrekare toprağın, kaç milyon doların? Dünyada yüzlerce dil, din, ırk, milliyet olabilir ama yalnız iki çeşit insan var: Vicdanlı olan, vicdanı olmayan!
Ben gecede kaç kere üstünü örtüyorum oğlumun, açılır da üşür diye peki ya o çocuklar? Ailelerini kaybetmiş, kolları, bacakları kesilmiş, alçak bir kurşunla, kalleş bir bombayla yitip gitmiş o çocuklar? Merak ediyorum; hain emelleri uğruna gözlerini kırpmadan öldürdükleri o minicik çocuklarla aynı cennete mi gitmeyi istiyor bu mahluklar?
Yapmayın! Kıpkırmızı bir su akıyor Orta Doğu’dan memlekete! Kesif bir barut kokusu duyuluyor, az ilerideki Suriye’ de, Halep’te, Gazze’de! Bir alev yükseliyor karşı tepelerde, ağıtlar yakılıyor bir tüfeğin boyundan küçük, delik deşik olmuş minik bedenlere! Kendinize, birbirinize ne yaparsanız yapın ama masumlara dokunmayın işte!
Tabii malum, kutsal isimleri var bu katliamların; ‘Vatan için’ deniyor mesela, din, dil, ırk için!
Hangi koltuk arzusu, iktidar hırsı, para tutkusu, minicik çocukların canına değebilir, günahsız bir yavruya bedel ödetebilir? Hangi kitapta yazar bunun meşruluğu, hangi dinin Allah’ı, peygamberi kabul eder bu zalimliği?
Uyuşturulmuş kalplerimiz, morfinlenmiş vicdanlarımızla yatar olduk. Bize dokunmayan yılanın, bin yıl yaşamasına razı olduk. Onlar, oraya buraya saçılmış kolları, bacakları, parçalanmış vücutlarıyla can çekişirken, bizler trafiğe kızdık, kendi dertlerimizle uğraştık. Hani sessiz olursak bize uğramayacağına inandık, oysa lal olmuş diller ile tüm ruhumuzla kana bulandık ve bunu hiç anlamadık!
Görünen o ki çocuklar ikiye ayrılır: Amerika ve Avrupa’da doğmuş çocuk, Orta Doğu’da ölmüş çocuk! İlkine dünya tutkun, diğerine evren suskun!
Ah canlarının acıyacağından korktuğundan, ‘Ama küçük çocukları, küçük kurşunlarla vururlar değil mi anne’ diye soran, ölümün ayak izleri ile yaşamaya çalışan Orta Doğulu yavrucuklar! Ölüm, süt kokan gıdılarından yakalamış onları, kocaman kara gözlerinden sızmış içeri!
Tarih bunu affetmeyecek, bedelini tüm dünya ödeyecek!
Kutsal topraklar kırmızıya boyanmış, her taraf acı her taraf çığlık!
Ey insanlık! Saklandığın yerden çık artık!
‘Serçenin Gözyaşı’
Yazarken bakıyorum da haftanın konusu ‘şiddet’miş meğer!
İsrail’in bir hastaneye akabinde camiye attığı bombalarla vücut bulan şiddet, bu hafta vizyona girecek bir filmle kılık değiştirecek; bir kadının gerçek hikayesinde, bir kadının ayağa kalkma- ayakta kalma mücadelesinde!
Önemli bir filmin galasına davetliydim! Çekimleri sırasında dikkat çeken, yaşanmış bir hikayeyi işleyen ‘Serçenin Gözyaşı’, korkusuzca yapılmış kült bir film! Kadına karşı şiddeti etkileyici bir şekilde gösteren, Dayaktan tecavüze, hakaretten töreye kadar kadınların yaşadığı her türlü işkenceyi gözler önüne seren en çok da kadınlara ‘sessiz kalma- susma!’ diyen bir proje!
Hikaye, duayen gazeteci Ali Eyüpoğlu’na ait! Şiddet gördüğü kocasından kaçmaya çalıştığı sırada çıkan arbedede ateş alan silahla kocasını yaralamaktan yargılanan Emine ile onun davasını üstlenen avukat Ayten’in hikâyesi! Lime lime oldu ciğerim izlerken, kalbim sıkıştı, nefes alamadım! Kadına yapılan eziyetin boyutu karşısında koltuğa mıhlandım. Ve en acısı da insan olmaktan utandım!
Film bizim izlediğimiz gala gösteriminden önce Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndaki mahkumlara izlettirilmiş. İzlerlerken alkış sesleri ile hıçkırık sesleri iç içe girmiş. Öldürülen kadınlara saygı duruşu niteliğindeki yapım, aynı zamanda çok zor günlerde sınanan büyük ve güçlü bir aşk hikayesini de içinde barındırıyor. Kadına şiddetin, kız çocuklarına olan şiddetin yıllar önce de şimdi de ne kadar ağır olduğunu, büyük bedellerin ödenmek zorunda kalındığı ama kadınların isterlerse sessiz kalmazlarsa her şeyi başarabileceklerini derin duygu geçişleri ile anlatıyor film!
Her 7 dakikada, bir kadının aile içi şiddete maruz kaldığı ve her 3 kadından en az birinin ömrü boyunca fiziki veya psikolojik şiddete uğradığı ülkemizde, kadının mağduriyetini anlatması, sessizliğinin sesi olması bakımından önemli bir film ‘Serçenin Gözyaşı’. Sadece bir sinema filmi değil, aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesi! “1 kişide bile farkındalık yaratsak ya tek 1 kadının sesi olsak” diyen duyarlı bir grubun eseri! Filmin adından da anlaşılacağı üzere kadını serçeyle özleştirmişler! Kadının naifliğini, kırılganlığını ve sevimliliğini, serçeyle imgelemişler. Çok da güzel düşünmüşler çünkü kadınlar gülünce dünya gülümser! Serçeler ağladıkları zaman ölürler!
………………………………………………….*………………………………………………
Aklın Zamansız Öldürdükleri
Hayat ne tuhaf, olmaz dediğin şeyler olabiliyor, olacağına kesin olarak baktıkların ise ne yapsan olmuyor! ‘Artık hiçbir şeye şaşırmam’ diyorum öyle bir şey oluyor ki şaşkınlıktan ağzım açık öyle kalakalıyorum!
Bu konuyla ilgili yazmayan, yorum yapmayan bir ben kalmışım galiba(!)
Kana bulanmış, gözyaşlarıyla sulanmış, buram buram savaş kokan gündemin tam ortasına, bodoslama girdi Metin Akpınar! Filmleri ile 80’ler ve 90’ların televizyon yıldızı, Türk tiyatrosunun güzide kişiliğinin, ülkemizdeki ilk kabarenin-Devekuşu Kabare’nin kurucularından birinin, meşhur Zeki-Metin ikilisinin Metin’inin yıllar önce yaşadığı 1 gecelik aşkın faturası, 36 yıl sonra kesildi!
Mazbut hayatı, eşine ve evine bağlılığı ile tanınan sanatçı Metin Akpınar’ın kızı olduğunu açıklayan Duygu Nebioğlu, sanat dünyasını şok etti! Açtığı babalık davasını kazanan ve Akpınar’ın kızı olduğunu kanıtlayan Duygu Nebioğlu’nun bir de ikiz kardeşi olduğunun ortaya çıkmasıyla gözler usta sanatçıya çevrildi! O da tüm bu yaşananlar için kızlarından, eşinden ve de Türk halkından özür diledi!
Dedim ya hayat tuhaf diye, 82 yaşındasın ve bir anda iki çocuk, iki de torun sahibi oluyorsun! Üstelik 62 yıllık eşini de tüm ülkenin önünde aldatılmış kadın yapıyorsun! Tüm bunlar için özür diliyor ama kızlarını 14 yıldır bildiğin halde ne sahip çıkıyor ne de nüfusuna alıyorsun! Çektikleri acılar yetmezmiş gibi her şeyi öğrendiğin halde kızları babalık davasıyla uğraştırıyor zaten bildiğin sonuç çıkınca da lütfediyor, özür diliyorsun!
Metin Akpınar’ın 1987 yılında yaşadığı ve tek gecelik olarak nitelendirdiği bir ilişkiden doğuyor Duygu ve Sevgi! Anneleri hamile kalınca konuşmaya gidiyor Akpınar ile ama kovuluyor! Korkudan ve imkansızlıktan ne yapacağını bilemeyen genç kadın, bebekleri köyde bir kadına bırakıyor. Bebekler henüz 6 aylıkken devlet korumasına alınıp Çocuk Esirgeme Kurumu’na yerleştiriliyorlar. Daha sonra da Nebioğlu ailesi tarafından evlat ediniliyorlar. Bundan 14 yıl önce öğreniyorlar babalarının ünlü sanatçı olduğunu! Konuşmaya çalışıyorlar- tersleniyorlar. Akpınar tarafından; “Vasiyetimi yazdım, ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın!” denerek evlat olarak kabul edilmiyorlar. 14 yıl sessizce uğraşıyorlar babalarının sevgisini kazanmak için, sonunda da babalık davasıyla kalben olmasa da hükmen evlat sayılıyorlar!
Halktan farklı farklı tepkiler gelirken bazıları da akıllara zarar gerçekten! “Canım ne olacak, tek gecelik ilişki işte!”, “Aman yapmışsa ne olmuş, hangi erkek yapmıyor ki!” gibi sığ, yüzeysel, manasız yorumları anlamaya çalışıyorum ama beceremiyorum! Ya siz deli misiniz? İki tane bebek ortada kalmış neyse ki şansları varmış da iyi bir aile tarafından bakılmış ama düşünüyor musunuz o bebekler büyürken ne travmalar yaşamış, ana- babaları tarafından istenmemiş, terk edilmiş oldukları gerçeğiyle karşılaşmış, bunu hazmetmeye çalışarak ayakta kalmışlar. Bir kadınla erkeğin 1 gece keyif almak uğruna iki kız çocuğuna yaşattıkları zor bir hayat! Anne bırakıp gitmiş, baba ünlü ve evli ya, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmiş. Öğrendikten sonra dahi ilgilenmemiş, sevmemiş sadece özür dilemiş!
Bilmiyorum bunca yıldır bildiği halde evlatlarını, susarak ne hissetti Metin Akpınar! Acıdı mı acaba onun da içi geceler buyunca hatta aylar, yıllar? Vicdanın sesi yüksek değil miydi, rahat uykusundan uyandıracak kadar?
Ne kadar atarsan içine, ne kadar kalırsa içinde yapamadıkların, yaşayamadıkların o kadar hazırdırlar dışarı çıkmaya, anahtar kapıda, elin tetiktedir. Çünkü;
Aklın zamansız öldürdükleri, yürekte apansız dirilir!
………………………………….*…………………………………………
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Oyuncusu; Aslında son zamanların en başarılı oyuncularından biri Salih Bademci! 1 yıl içinde, 3 ayrı projede queer bir kulüp şarkıcısını, Rum asıllı bir psikopatı ve de 80’lerde devrimci bir babayı canlandıran ve canlandırdığı her karakterin hakkını fazlasıyla veren Bademci, son yılların açık ara en iyi karakter oyuncusu bence!
Haftanın Şiddeti! Giresun’da yaşandı! Prof. Dr. A. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi’nde tedavi gören hastayı muayene eden Uzm. Dr. Mehmet Karadayı, kendileriyle ilgilenmediğini öne süren hasta yakınlarının yumruklu saldırısına uğradı. Başından sert darbeler alan doktor, çalıştığı hastanede tedavi altına alındı! Ülkede genel bir şiddet sorunu var: Hastanede doktora şiddet var, trafikte şoföre şiddet var. Annenin çocuğa şiddeti, ağabeyin kardeşine, öğretmenin öğrenciye, velinin öğretmene, patronun personeline şiddeti var, var da var! Herkes birbirine kinli, birbirine öfkeli! Hırsımı kimden çıkarsam, kime sarsam, bağırıp çağırsam derdinde! Oysa, başkalarının hataları için kendimize verdiğimiz cezadır öfke!
Haftanın Bitkisi; Defne! Yemeklere tat versin diye kullanılan defne yaprağı, antioksidan bileşikler içeren bir bitki! Aromatik tadının yanısıra sağlık açısından birçok şifa taşıyan özelliği olan defnenin eklem ve romatizma rahatsızlıklarınızı giderdiği tespit edilmiş! Mitolojide barışın ve zaferin sembolü olması, savaşı kazananların başında, kralların tacında yer alması, demek boşuna değilmiş!
Haftanın Uyarısı; Hayatımızın vazgeçilmez cihazı, hani neredeyse vücudumuzun bir organı olan cep telefonlarıyla ilgili! 1 Ocak 2024’ten itibaren 1 yıl boyunca kesintisiz olarak sinyal alınmayan telefonlar IMEI havuzundan çıkartılacak yani kapatılacak! Daha önce 7 yıl olan bu süre, yönetmelikte yapılan değişiklikle 1 yıla indirilmiş! Demek konuşmazsanız telefonunuzla 1 yıl, hattınız kulağınızdan bir kuş gibi kayıp gidecekmiş!
Haftanın DNA’sı; Tamam kabul ediyorum biraz enteresan oldu ama DNA şifrelerinden oluştuğumuz göz önüne alınırsa en eski DNA ne zaman varmış, merak uyandırıyor tabi insanda! Yapılan araştırmalarda Kuzey Grönland’da, buzul devrinden kalma bir dip tortusunun içinde dünyanın en eski DNA örneği keşfedildi! 2 milyon yaşında olan bu DNA örnekleri, şu anda yaşamsal herhangi bir belirtinin olmadığı kutuplarda bir zamanlar zengin bir bitki ve hayvan çeşitliliğinin mevcut olduğunu gösteriyor. Eee, ‘Ne oldum dememeli- ne olacağım demeli’, varmış atalarımızın bir bildiği!